Nemfomani nedir?
Hannah Arent filmi ve Sosyal Psikoloji
Hannah Arent filmi, Nazi komutanlarından
birinin İsrail tarafından yargılanması sürecini ve bu süreci objektif bir
şekilde incelemeye çalışan Hannah isimli profesörü konu almaktadır. Sosyal
psikoloji kuramları gözüyle filmi inceleyecek olursak burada dikkatimizi
çekecek ilk konu Nazi subayının kendisinin yalnızca kurallara uyduğunu
söyleyerek kendini savunmasıdır. Bu durum bize Miligram’ın itaat deneyini
hatırlatır. Deneye katılan kişiler şiddet taraftarı olmasalar da emir veren
kişiye büyük oranda itaat etmişlerdir karşıdaki kişinin zarar gördüğünü
düşünseler bile. Bu Nazi subayının durumunu da buna benzetebiliriz. Hitler gibi
bir liderin otoritesi karşısında subayın belli bir amaca hizmet etme
düşüncesiyle emirlere uyduğunu düşünebiliriz.
Diğer taraftan Nazi subayı hakkında Yahudiler, ‘’o bir canavar, bu yüzden onu kafese
koyucaklar’’ gibi ifadelerde bulunmaktaydılar. Bu durum kalıp yargılar
çerçevesinde ele alınabilir. Yani Nazi subayı eşittir cani Yahudi düşmanı fikri
kalıp yargı olarak insanlar tarafından benimsenmiştir.
Nazi subayının davranışını planlanmış davranış
kuramı çerçevesinde değerlendirecek olursak; İnsanlar Nazi subayının Yahudileri
trene bindirme görevini yerine getirme davranışını onun Yahudileri öldürmek
niyetiyle yapılmış bir davranış olduğunu düşünmekteydiler. Hannah ise subayın bu davranışının Yahudi
düşmanlığı tutumu ile değil de kurallara uyması gerektiği ile ilgili görev
anlayışı tutumuyla ilişkilendirerek niyetinin Yahudileri öldürmek değil
yalnızca yasalara uymak olduğunu düşünmektedir. Hannah subayın davranışının
tamamen düşüncesizce yapılmış bir davranış olduğunu savunuyor ancak bu durum
ajzen’in planlanmış davranış kuramı ile uyum göstermez. Bu kurama göre yapılan
davranışların belli nedene bağlandığını savunur. İnsanlar bir sonuca ulaşmak
için düşünür karar verir ve kararı uygularlar. Ancak bahsi geçen nazi subayı bu
davranışının sonuçları hakkında düşünmeden yalnızca kurallara uyma davranışı göstermiş
olası sonuçları yeterince değerlendirmemiş ya da değerlendirmekten kaçınmıştır.
Bizi öfkelendiren aslında kim?
Sizi kim kızdırıyor?
Diğerlerinin aptalca düşüncesiz davranışları mı?
Dışardan gelen olayların sizi sinirlendirdiğini düşünmek kolaydır. Karşımızdakine '' beni kızdırıyorsun?'' diyorsanız eğer kendinizi kandırıyorsunuz. Öfke de diğer duygularımız gibi bizim bilişlerimiz yani algılamalarımızla ilgilidir. Duygularımız olaya verdiğimiz anlam sonucunda ortaya çıkar yani onları biz yaratırız. Çoğunlukla bizi sinirlendiren olaylar değil olaylar hakkındaki bilişsel çarpıtmalarımızdır.
Öfkelenmemize neden olan bilişsel çarpıtmalardan biri '' etiketleme'' dir. Sizi sinirlendiren kişiyi ''aptal'' ''tembel'' '' beceriksiz'' ''görgüsüz'' gibi ifadelerle etiketlerseniz onu artık olumsuz algılamaya başlarsınız. Bu kişiyi bir şekilde değersizleştirip sürekli olumsuz yanlarına odaklanır doğru bir şekilde değerlendiremezsiniz olayları. Etiketlediğiniz insanı suçlar ve intikam alma isteği duyarsınız bu durum aradaki çatışmayı şiddetlendirir çözüme götürmez sizi. Bu olumsuz etiketleme kendini doğrulayan kehanete dönüşür ve karşımızdaki kişi bizim beklediğimiz gibi kötü davranır.
Bizi öfkelendiren diğer bir çarpıtma ise ''zihin okuma'' dır. Diğer kişinin neyi neden yaptığı ile ilgili kurduğumuz hipotezler bizi sinirlendirir. Ancak bunlar gerçek dışıdır ve onun gerçek düşüncelerini ve algılarını yansıtmaz. Örneğin bir arkadaşımız mesajımıza cevap vermediğinde '' Beni sevmiyor'' diye düşünerek kendimizi değersiz hissederek öfkelenebiliriz. Ancak doğru bir açıklama değildir bu arkadaşımız bizi sevmediği için değil de meşgul olduğundan cevap vermemiştir. Diğer olasılıkla bizi sevmiyor olsa bile bu bizi değersiz yapmaz. Böyle bir durumda bizi sinirlendiren diğerinin bizi sevmemesi değil de kendimizi değersiz hissetmenin verdiği rahatsızlıktır.
Öfkelenmemize sebep olan diğer bir bilişsel çarpıtma da ''-meli, -malı'' ifadelerini uygunsuz kullanmamızdır. Başkalarının bizi rahatsız eden bir davranışı ile karşılaştığımızda '' böyle davranmamalıydı'' diye düşünürüz. Ancak diğerlerinin kendi değer yargılarımıza uygun davranmalarını beklemek pek de haklı bir durum olmasa gerek. İnsanların özgür iradeleri vardır ve senin istediğin şekilde davranması gerekmez.
Size karşı yapılmış bir adaletsizlik ya da haksızlık algısı öfkeyi yaratan temel düşüncedir bir bakıma. Eşiniz sizi aldattığında yada size değer vermediğini hissettiğinizde ''Ben iyi bir eş olmak için çok uğraştım, saçımı süpürge ettim bu evlilik için'' diye düşünür onun haksızlık yaptığını düşünerek sinirlenirsiniz. Eşiniz ''nankör'' ''sadakatsiz'' yada ''kıymet bilmezdir'' onu bu şekilde etiketler, '' Benim onu sevdiğim gibi beni sevmeliydi, bunu yada şunu yapmalıydı'' gibi ifadelerle yola çıkar daha öfkelenmeye devam eder onu anlamaya çalışmazsınız. Öfkenizi yaratan sizin düşünceleriniz ve bakış açınızdır olayı sadece kendi açınızdan görüp adaletsizlik veya haksızlık görürsünüz. Ancak evrensel bir adalet yada haklılık yoktur. Örneğin bir ceylanı yiyen aç aslanı ele alalım. Ceylan için bu haksızlık mıdır, evet haksızlıktır yaşamaya hakkı vardır ama aslan bu yaşama hiç ummadık bir anda son vermiştir. Peki aslan haksız mıdır, değildir açlıktan ölmemek için yemek zorundaydı. Aslan da ceylan da kendi açısından haklılar. Aslında haklılık ve adalet algısal bir yorumlama, kendi kendine yaratılan bir kavramdır.
Otizm Spektrum Bozukluğu
- Sosyal davranışlarda belirgin problemler, iletişim ve etkileşimde güçlük
- Alışılmadık biçimde sınırlı ve tekrarlayıcı davranış sergileme
- Bebeklikte kolay bebekler olarak görülebilirler, ilgi istemezler ve ilgisizlikten rahatsız olmazlar
- Bebeklikten sonra insanlara karşı bağlanma gerçekleştirmezler, ancak buzdolabı, çamaşır makinesi gibi mekanik nesnelere bağlanabilirler
- Çocukluk döneminde diğer insanlarla etkileşim başlatmazlar, duygularını paylaşmazlar ve diğerleriyle empatik bir ilişki kurmazlar
- Dönen nesnelere ilgi duymak gibi spesifik kalıplaşmış ilgi alanları olabilir
- Vücudunu durmadan sallandırma gibi ritmik hareketler hoşlarına gider. Bu davranışlar onları sakinleştirme amacına hizmet ediyor olabilir.
- Otizm spektrum bozukluğu olan çocukların çoğu iletişimde problemler yaşar
çocuk ve ergenlerde- bilişsel davranışçı terapide dikkat edilecekler-sınav kaygısı
1-Psikoeğitim önemlidir- duygu tanıma,duygu düzenleme üzerinde
duygu bulmaca yapılabilir.- ancak çocuk ve ergenlerde oyuna dönüştürme önemlidir. eğlenceli hale getirmek için role-play taklit- kukla oyunu gibi oyunalr oynanılabilir.
duygu küpü- duyguları tanıma- çekingen olursa ifade etmekte zorlanırsa kukla kullanılabilir. kukla sorar'' ben bunu bilmiyorum sen söyler misin?'' şeklinde.
iki çeşit küp kullanılabilir- birinde duygu diğerinde olay.
ilk küp atılır=> öfke=>2. atılır=>olay=> '' seni öfkelendren bir olay söyler misin?
2-Beyaz tahta bulundurmak iyi olabilir- kurabiye adam çiz- üzerinde kaygı hissettiğinde- sınavla ilgili vücudunda ne olur? diye sor- işaretlemesini iste
3-düşünce balonu çiz=> içine sınavdayken aklına ne gelir?- Ne düşünürsün? gibi sorularla düşüncelerine odaklanmasını sağla
4-Bulunan düşünceler içinde en çarpıcı en etkileyici olanla ilgili sokratik sorgulama yaptır
sokratik sorgulama bir nevi bir maruz bırakmadır-en kötüyü düşündürme-
öyle olursa ne olur??
5- Şema ve baş etme tekniklerini bul- şema=> telafi,teslim,karşı gelme
6- OLumlu- olumsuz düşünce kalıplarını etiketle
7- ölçeklendir
8- yeniden yapılandır
-bu düşüncenin sana ne yararı var? geçmişte bir yararı oldu mu? yada tam aksi bir durum oldu mu?
-kanıt toplama- düşünceyi yada tam tersini kanıtlayan örnekler bul
-beceriler kazandırma- gevşeme egzersizleri- nefes egzersizleri-güvenli yer çalışması
Nefes egzersizi için somutlaştırma yap- gülü kokla, mumu söndür gibi-
-KORKU MERDİVENİ
-DÜŞ KAPANI
-AİLELERİN GÜVENLİK DAVRANIŞLARNIN FARKINA VARMASINI SAĞLA-çocugun kaçınmasını dstekler-anksiyenin devam etmesini sağlar- maruz bırakmayı önler
Narsisizm nedir?
OKB nedir?
Obsesif Kompulsif bozukluk nedir?
Obsesif Kompulsif Bozukluk(OKB) kişinin kaygı düzeyinde artışa sebep olan, istemsiz gelen, uygunsuz olarak deneyimlenen ve istenmeyen katı düşünceler, dürtüler ve imgeler olarak tanımlanan obsesyonlar ve ya bu obsesyonlara tepki olarak kaygı düzeyini azaltmak için uygulanan kişinin belli kurallara göre tekrarladığı, kendini yapmaktan alıkoyamadığı ritüel davranış ve düşünce örüntülerini temsil eden kompulsiyonların varlığı ile tanımlanır.
OKB’de en sık görülen obsesyon türler: Kirlenme korkusu, Patolojik şühpe, Somatik obsesyonlar, simetri ihtiyacı, agresif obsesyonlar ve cinsel obsesyonlardır.
Obsesyonlar kişinin kaygı düzeyinde artışa sebep olurken, kompulsiyonlar obsesyonların yarattığı rahatsızlığı ve yüksek kaygı düzeyini nötralize etmek için oluşturulurlar. Örneğin kirlenme obsesyonunu sahip kişiler kir, mikrop gibi uyaranlara maruz kalmaktan çekinir, vücut salgıları veya mikroplar tarafından kirlenme korkusu ile sürekli evini temizleme, banyo yapma gibi davranışları ritüelleştirerek kirlenme obsesyonunun sebep olduğu kaygıdan kurtulmaya çalışırlar. Ritüel/yineleyen davranışlar kişiyi yeniden güvende hissettirerek rahatlamasına ve kaygı düzeyinin azaltmayı sağlar. Ancak obsesyon ve kompulsiyonlar kişide belirgin bir sıkıntıya sebep olurken, zamanın boşa harcanmasına sebep olur. Örneğin kirlenme obsesyonu olan bir kişi günlük zamanının büyük bir kısmını temizlik için harcayabilir. Bu durum kişinin işlevselliğini olumsuz etkileyerek günlük işlerine zaman ayıramamasına, mesleki işlevselliğini bozmasına ve kişilerarası ilişkilerinin olumsuz etkilenmesine sebep olur.
Okb'nin etiyolojisi ile alakalı yapılan çalışmalar özellikle ikizlerle yapılan çalışmalar genetik faktörlerin obsesif kompulsif bozukluğun gelişmesinde etkili olduğunu göstermektedir. Ayrıca yapılan beyin araştırmaları da beynin bazı kısımlarındaki fonksiyon farklılıklarının ve serotonin disregulasyonunun okn'nin oluşumunda etkili olduğu anlaşılmıştır.
Psikodinamik kuram ise obsesif belirtilerin açığa çıkmasında bilinçdışı dürtülerin bastırılmasının etkili olduğunu savunmaktadır.
OKB'nin etiyolojisi ile alakalı bilişsel modeller ise suçluluk ve sorumluluk duygularının aşırı hissedilmesinin önemli olduğunu vurgular. Teorilere göre kişiler aniden ortaya çıkan ve istenmeyen düşüncelerini hemen düzeltmediklerinde ortaya çıkacak olumsuz durumdan sorumlu olan kişinin kendileri olacağı yönünde yorumlarlarsa obsesyonlar geliştirir.
OKB geliştirme olasılığı daha yüksek olan kişiler erken dönemde geniş anlamda sorumluluk bilinci ve vicdanlılığı öğretilmiş, aşırı düzeyde katı ahlaki eğitim almış/ bazı düşüncelerin zararlı ve kabul edilemez olduğunu öğrenmiş ve eylemlerinin veya düşüncelerinin kendileri yada başkalarını etkileyen bir olayla bağlantılıymış gibi göründüğü önemli bir olay yaşamış kişilerdir. Yasaklı düşüncelerin aniden ve istenmeyen ortaya çıkması ile paniğe kapılan kişi bu düşünceleri baskılamaya geri itmeye çalışır ancak bilişsel olayları kontrol etmek o kadar kolay değildir. baskılanmaya çalışılan düşünce aksine daha da öne çıkar ve bu durum kontrol kaybı ve kaygıyı artırır. Bu durum karşısında kişi kaybedilen kontrolü yeniden ele alma ve kaygıyı azaltmak için kompulsif ritülleri devreye sokar.
Trt1 de yayınlamaya başlayan '' Masumlar Apartmanı'' dizisinde temizlik konusundaki takıntısı ile dikkatleri üstüne çeken Safiye(Ezgi Mola) karakterinin ''kirlenme obsesyonu'' ve çocukluk çağında katı ve tutucu bir aile ortamında yetişmesi arasında bağlantı kurulabilir. Zaman zaman flaşbekler olarak karşımıza çıkan Safiye'nin annesinin katı ahlakçı tutumu onun bu obsesyon ve kompulsiyonlarının gelişmesinde etkili olmuştur. Annesi tarafından kabul edilmek onay görmek adına oluşturduğu davranışlar zamanla kendini yapmaktan alıkoyamadığı davranışlara dönüşmüştür. Bir bakıma Safiye'nin titizlik konusundaki davranışları öğrenilmiştir. Ayrıca Safiye'nin ahlaki konularda katı bir tutumu olduğu görülmektedir. Kardeşlerinden birinin biriyle en küçük bir yakınlaşmasını ahlaki açıdan kirlenme olarak algılayan Safiye kardeşleri üzerinde katı bir disiplin uygulamaktadır. Safiye bu katı davranış kalıplarını annesinden öğrenmiş ve devam ettiriyor görünmektedir.
Ördek, Ölüm ve lale
Ördek, Ölüm ve lale
Wolf Erlbruch
‘’ Her çocuk bazen ölümün ne olduğunu sorar. Böylesine önemli bir soruya verilebilecek basit bir yanıt var mıdır? Bu kitapta zorlu bir konu, sıcak, esprili ve zarif bir dille anlatılıyor. Hem çocuklar hem yetişkinler için…’’
Ölüm nedir? Ölünce ne olur? Ölüm ne zaman
gelir? Öldükten sonra ne olur? Bu gibi sorular cevaplandırılması kolay sorular değildir.
Bizler yetişkinler olarak ölümü tam olarak anlayıp kabullenemezken çocukların
ölümle ilgili sorularına nasıl yanıt vermeliyiz?
Bu kitap ölümle ilgili soruları içten, samimi
ve yalın bir anlatımla, çizimlerle süsleyerek anlatmış. Sorulara ayrıntılı yanıtlar
vermek yerine basit açıklamalarla çocukların sorgulamalarına olanak sağlayacak bir
anlatım tercih etmiş.
Öyküye gelince:
Bir süredir Ördek’in içinde tuhaf bir his
vardı. ‘’kimsin sen ve neden beni takip edip duruyorsun? ‘’
‘’Sonunda beni fark etmene sevindim,’’ dedi
Ölüm.‘’ Ben Ölüm’üm’’
Ördek dehşetle irkildi. Başka türlüsü beklenemezdi.
‘’Beni almaya mı geldin?’’
-Ölümle ilk tanışma ve ölümün her an seni de
bulabileceğini anladığın o an hissettiğin ilk korku ilk irkiliş. Belki bir kaza
belki bir yakının ölümü genellikle ölümle ilk tanışmadır. Ölüm’ün yakınlığını
düşünmek ürperti verir düşünmek bile istenmez genellikle.
‘’Yeni gelmiş değilim, doğduğun günden beri hep
yakınındayım zaten. Ne olur ne olmaz diye.’’ ‘’Yani başına kötü bir şey gelirse
diye. Ağır bir soğuk algınlığı veya bir kaza. Başımıza ne zaman ne geleceği
belli olmaz.’’
-Ölümün aslında her an gelebileceği aslında her
an bizi bulabileceği nasıl daha uygun bir dille anlatılabilirdi ki.
‘’Bazı ördekler diyorlar ki ölünce melek
oluyormuşsun ve bulutun üzerine oturup yukarıdan dünyayı seyrediyormuşsun.’’ ‘’
Mümkündür, dedi Ölüm. ‘’Kanatlarınız var sonuçta.’’
‘’Bazı ördeklerde diyorlar ki yerin altında
çok derinlerde bir cehennem varmış. Eğer hayatta iyi bir ördek olmadıysan seni
burada kızartıyorlarmış.’’ ‘’Siz ördeklerin ne kadar tuhaf hikayeleri varmış
böyle. Ama kim bilir, olabilir tabi.’’
-Ölümle yakınlaşan Ördek, artık ölümden
sonrası ile ilgili merak ettiklerini soruyor Ölüm’e. Ölünce ne olacak? Nereye
gideceğiz? Bizi güzel şeyler mi bekliyor, bulutların üstünde uçmak gibi yoksa
yerin dibinde kızarmak mı? Ancak ölüm tüm ihtimallerin mümkün olduğunu belirten
belirsiz cevaplar veriyor.
‘’Üşüdüm’’ dedi Ördek bir akşam.’’ Beni biraz
ısıtır mısın?’’ ve Ölüm ördeğe sarıldı. Ördek artık nefes almıyordu. Kıpırdamadan
öylece uzanıyordu. Ördek ölmüştü. Ölüm onu kucağına alıp nehre taşıdı.
Dikkatlice suya bırakıp onu hafifçe itti. Ördeğin arkasından bakan Ölüm hafif
bir keder hissetti.‘’ ama işte, hayat böyle bir şeydi.’’ diye düşündü.
Öykünün ilerleyişinde Ölüm ve Ördek’in ilişkisi
düşünüldüğünde, aslında bir kişinin ölümle tanışması sonrasında artık ölümü
bilerek tanıyarak her an ölümü hissederek devam etmesi ve artık zamanı geldiğinde
ölümle yüzleşmesi ve ölüme kendini bırakma farklı bir dille anlatılmış.
‘’ Yaşarken yaşayın! İnsan, yaşamını tamamlayıp
öldüğü zaman, ölüm, taşıdığı dehşeti yitirir! İnsan doğru zamanda yaşamazsa,
asla doğru zamanda ölemez.’’ Nietzche Ağladığında kitabında Yalom bu şekilde
ifade etmiş ölümün aslında dehşet verici olmasının nedenini.
Anayurt Oteli Psikolojik İnceleme
Zebercet’in karanlığa sürükleyen süreç neydi?
Ne onu böyle hazin bir sona götürmüştü?
İlk bakışta Zebercet kendi işinde gücünde,
kendi halinde bir adamcağız iken o Ankara treniyle gelen kadın onu nasıl böyle
etkilemişti?
Yazarın kitapta oluşturduğu Zebercet karakteri
, otel işleriyle meşgul olup hayatını bu otel çevresinde yaşayıp giderken, o Ankara treniyle gecikmeli
gelen kadın belki de onun ‘’eksik kalan yanını’’ görmesine, bilinçli olarak
olmasa da içten içe onu hayatında yoksun kaldığı duygusal bir ilişki/ karşı
cinse duyulan duygusal ihtiyacın farkına
varmasına sebep olmuş olabilirdi pekala.
O kadın gittikten sonra günlerce onun
gelmesini beklemiş, odayla ve odadaki eşyalarla, o odadaki kadının olmayan
varlığıyla bir duygusal bağ kurmuştu
sanki. Geleceğine dair inancı o kadar güçlüyken kadının gelmemesi onu
büsbütün boşluğa düşürmüş ve o ana kadar yaşadığı hayatı tamamen boş vermesine
sebep olmuştu. Kadının gelmeyişi onu büsbütün amaçsızlaştırmış, kadını tanımadan önceki hayat gayesi oteli işletip
para kazanmak iken şimdi o amacını tamamen terk etmişti.
Peki onu ayakçı kadını öldürmesine götüren
süreç neydi? Zevk arayışı? Aradığını bulamayış?
Ankara'ya treniyle gecikmeli gelen kadının hayali, onu bekleyiş artık
bir boşluğa bırakmıştı yerini. Kadına
karşı duyduğu cinsel isteği şimdi yansıtacak başka kişiler arayışına girmişti
sanki. Horoz dövüşü sırasında yanında bulunan gence karşı duyduğu istek de bu
arayışın göstergesiydi belki de.
Ortalıkçı kadınla girdiği ilişki ona aradığını vermemiş olacak ki sinirlenmişti
ve onu öldürmüştü. Ancak gösterdiği davranış sonrasında kediyi öldürüşü bunun
yalnızca bir sinirlilik hali değil de ‘’ bir canlıyı öldürmekten zevk almak’’
gibi görünüyor. Bir canlının ölümünden
zevk duyma dürtüsü belki de horoz dövüşü izlerken farkında olmadan içinde
belirmişti. Sonrasında ortalıkçı kadını
öldürmüş ve hiçbir suçluluk belirtisi pişmanlık duymamış dahası nedensiz yere
kediyi de canice öldürmüştü. İnsan doğasında vardı belki de bu hayatta kalmak
için öldüren homosapiens zamanla bunu zevk için yapan modern insana dönüştü.
Zebercet’in öldürmeye karşı olan isteğini daha sonra kestaneci ye yapmak istediklerinde de görmek mümkün
aslında. O horoz dövüşü onun içindeki bir yerlerde yatan caniyi uyandırmıştı
sanki. Ancak zebercet’in kendi kişiliğine uymayan bu davranışları, içinde
bulunduğu amaçsızlık, boşluk hissi onu kendi ölümüne götürmüştü en nihayetinde.
Kohlberg ‘in ahlaki gelişim teorisi ile ikilem yorumlama
Ahlak
gelişimi, bu güne kadar çocukları iyi insanlar olarak yetiştirmeyi düşünen
herkesin ilgi alanı olmuştur ve bu konuda yapılan çalışmalarla ahlak gelişiminin
nasıl ve ne zaman geliştiği belirlenmeye çalışılmıştır. Ahlak gelişimi ile
ilgili Lawrence Kohlberg çocuklara, her biri belirli ahlaki konuları ele alan
ikilemler sunarak bir kuram geliştirmiştir. Kohlberg’in ahlaki gelişim kuramı,
her biri iki alt evreden oluşan üç düzeyden oluşur. Birinci düzeyin ilk evresi itaat ve ceza da önemli olan otoriteye
itaat etme ve cezadan kaçınma iken ikinci evre olan araçsal ilişkiler de önemli olan karşılıklı çıkar ilişkisidir. İkinci
düzey geleneksel düzeydir. İlk evre kişiler
arası uyum de ise başkalarının onayını almak ve ‘’iyi bir çocuk olmak’’ ön
plandadır. Geleneksel düzeyin ikinci evresinde ise kanun ve toplumsal düzeni
korumak önemlidir. Üçüncü ve son düzey olan gelenek sonrası düzeyde ise dışsal
otoriteler önemini yitirirken kişi kendi içsel isteklerini ve ilkelerini
otorite olarak kabul eder. Gelenek ötesi
düzeyin ilk evresini Kohlberg, toplumsal sözleşme evresi olarak
adlandırmıştır. Bu evrede kurallar ilkeler hala önemlidir toplumsal düzenin
devamı için ancak bu kurallar bazen demokratik olarak değiştirilebilir. İkinci
evre ise evrensel etik ilkeler yönelimi olarak adlandırılır ve kişi kendi ahlak
ilkelerini kendisi oluşturur.
‘’Sen
özel bir okulda okuyorsun ve aynı sınıfta burslu okuyan bir arkadaşın var.
Kendisi çok çalışkan bir öğrenci. Bir andan okuyor bir yandan da çalışıyor.
Hatta birlikte bilim olimpiyatlarında derece aldınız. Bu hafta son sınavlarınız
olacak ve arkadaşın ailevi durumlar nedeniyle sınava çalışamadı. Eğer bu
sınavdan düşük not alırsa bursu kesilecek ve bu okulda okuyup iyi bir eğitim
alamayacak. Arkadaşın sınavda tam da senin ön sıranda oturuyor. Ona kopya
vererek yardım edebilirsin ama kopya vermen bir suç. Bu durumda ne yaparsın?
Neden ?’’
Verilen
bu ikilemi Kohlberg’in ahlaki evrelerine göre değerlendirecek olursak;
öncelikle kopya vermek kurallara göre suç olarak değerlendirilmektedir yani ilk
evrede olan bir birey için cezadan kaçınmak ve otoriteye itaat için kolaylıkla
bir sebep olarak gösterilip kopya vermeme konusunda karar alınabilir. Yine aynı
şekilde ikinci düzeyde kurallara uyarak iyi bir çocuk olmak için kopya
verilmeyebilir ve ya ‘’ herkes kopya
çekerse sonuç ne olur ‘’ gibi düşüncelerle kopya vermenin uygun olmadığına
karar verilebilir.
Ancak
söz konusu durumu tüm yönleriyle ele aldığımızda içinde bulunulan durum
yalnızca kurallara uymak ya da uymamak ile ilgili değildir. Bu durumda
arkadaşımızın aslında iyi bir öğrenci olduğunu ailevi durumlar söz konusu
olmasa da durumun farklı olacağını, kopya vermediğimizde okuldan atılacağı ve
iyi bir eğitim alma hakkının elinden alınacağı ayrıca bu kişinin bizim yakın
arkadaşımız olduğu durumlarının hepsini bir arada düşünerek bu konuda
arkadaşımıza yardım etmek için kopya verebiliriz. Kohlberg’in beşinci toplumsal
sözleşme evresinde olduğu gibi kurallar bazı durumlarda değiştirilebilir ve ya
görmezden gelinebilir.
Kaynakça
Boyd D., Bee H., (2009), Çocuk gelişim psikolojisi, Kaknüs yayınları
Korsakoff sendromu
Wernicke-Korsakof sendromu öğrenme ve hafıza gibi
bilişsel fonksiyonları olumsuz etkileyen semptomların görüldüğü, ileri
safhalarında kronik amneziye sebep olabilen bir tür hastalıktır. Hastalık iki
evrede ele alınır; Wernicke ensefalopatisi
ve Korsakoff psikozu. İlk aşamada olan wernicke ensefapatisinde görülen
belirtiler göz hareketlerinde bozukluk, çift görme veya göz koordinasyon
bozukluğu, kas koordinasyon bozukluğu ve kafa karışıklığıdır. Hastalık
ilerlediğinde ve korsakoff psikozuna dönüştüğünde; hastada bellek kayıpları ve
bilinçsizce uydurma, konfabülasyon görülür. Korsakoff sendromunun sebebi olarak
uzun süreli alkol kullanımına bağlı tiamin eksikliği olarak tanımlansa da uzun
süre aç kalmanın da sebep olduğu düşünülmektedir. Hastalığın seyrine
bakıldığında en dikkat çekici belirtisi hafıza kaybının başladığı dönemlerde
görülen bellek boşluklarını doldurmaya yönelik öyküler uydurması, konfabülasyonlar
iken hastalığın ilerleyen dönemlerinde ortaya çıkan, geriye döndürülemez amnezi
ise hastalığın ciddiyetini ortaya koymaktadır.
Konfabülasyon, çeşitli sebeplerle bellekte ortaya çıkan
boşlukları doldurmak amacıyla hastanın gerçekdışı hikayeler uydurmasıdır. İlk
olarak korsakoff tarafından alkol bağımlısı bireyler üzerinde gözlemlenen
gerçekdışı hikayeler uydurma durumu, bellek boşluklarını doldurmaya yönelik savunma
mekanizmasıdır. Hasta genellikle bellek boşluğunun meydana getirdiği stres
durumu ile baş etmek için anlık hikayeler uydurur (Gündoğan. D. 2007). Oliver
saks’ın kitabındaki ‘’kimlik meselesi bölümündeki ağır korsakoff tanısı konulan
hasta doktorun kim olduğu ile ilgili defalarca tahminde bulunmuş hepsinde
yanılmıştı. Hiçbir şeyi aklında tutamayan hasta önünde bulunan amnezi
boşluklarını doldurmak için durmadan uydurmaca hikayeler ortaya atıyordu, şu an
nerede olduğu ve karşısındakinin kim olduğu hakkında en ufak bir fikre dahi
sahip olmayan hasta geçmişten kalan anılarıyla tutarlı uydurma hikayeler
anlatıyordu. Tıpkı bu örnekte olduğu gibi konfabülasyon korsakoff sendromunun
bir belirtisi olarak hastanın amnezinin sebep olduğu bilgi boşluğu ile baş etme
şekli olarak karşımıza çıkmaktadır.
Geriye dönük amnezi hastalık veya cerrahi işlem öncesi
öğrenilen bilgilerin veya anıların unutulmasıdır. Korsakoff sendromunda ileri
bir safhaya geldiğinde meydana gelen geriye doğru amnezi geriye döndürülemez
hale gelir. Kişi hayatının bir kısmına ait anılarını geri dönüşümü olamayacak
şekilde unutur bu durum kişi ve ailesi için umutsuz bir durumdur. Oliver
saks’ın kitabında yer alan Kayıp denizci adlı hikayesindeki alkolün sebep
olduğu mamiller cisim dejenerasyonundan kaynaklanan korsakoff sendromu olan hastada
olduğu gibi bireylerin yakın zamana ait anıları zarara görebilir ve yeni hiçbir
şey öğrenemez hale gelebilir, bu durumda kişi geçmişte bir yerde sıkışıp kalır.
Bu vaka incelemesinde yer alan , 49 yaşındaki hasta 19 yaşındaki anılarında
sıkışıp kalmış ondan sonrası ile ilgili hiçbir anısı kaydolmamıştı. Korsakoff
sendromu sonucunda gelişen kronik amnezi de hastalar genellikle geçmişe dair
anıları kolayca hatırlayabilirken, sonrasında yaşadığı ya da ona söylenenleri
saniyeler içinde unutur hale gelirler. Bu amneziler genellikle organik kökenli,
kalıcı ve düzeltilemez durumdadır.
Wernicke korsakoff sendromu, alkol bağımlılığının bir
sonucu olarak ortaya çıkan kalıcı amnezi sebep olabilen bir çeşit nörolojik
hastalıktır. Alkolün beyin yapısı üzerinde kalıcı yapısal zarar vermesiyle
meydana gelen hastalığın ilk aşamasında kafa karışıklığı ve oküler bozukluklar
görülürken ilerleyen safhalarında konfabülasyon ve kalıcı amnezi önemli
semptomlarıdır. Konfabülasyonlar hastanın kaybolan bellek boşluklarını doldurma
çabasıdır. Hastalığın ileri safhasında ise hasta geriye döndürülemez bir amnezi
ile hayatına devam etmek zorunda kalır. Korsakoff sendromunda belli bir
aşamadan sonra tedavi mümkün değildir.
Analysis of Kevin’s psychopathology ‘’We need to talk about Kevin’’
Kevin
a troubled boy who murdered his father, sister and some of his school friends
without any regrets. Kevin can describe as a psychopath who have no empathy to
others. He never cares about someone else’s feelings. He is aware of other’s
emotion and feelings, but he doesn’t care about them. Kevin have features of
antisocial personality disorder such as aggression to people and animal
(damaging his sister and sister’s mouse), fail to conform to social rules,
impulsivity without consideration for consequences and little regret the
consequences of acts( he didn’t show any regret when he caused injured his
sister’s eye), frequently deceitful and manipulative in order gain to personal
profit or pleasure ( he always exhibited manipulative behaviour to his mother
even he is a little child/ when his arm broken by mother he used it), and lack
of empathy. When we look at etiology of antisocial personality disorder, gene-
environment interaction is influential. Many environmental factors have been
implicated in the development of antisocial personality disorder such as low
family income, poor supervision by parent, conflict between parent, neglect,
harsh discipline from parents and abuse. Also, psychopathy is more common in
males than females.
When
we consider about Kevin’s’ situation, most probably Kevin would have
susceptibility to develop psychopathology and environmental conditions
interacted with it. Kevin’s mother did not want to have a child, and she never
have pleased about having a child. That’s why she couldn’t develop a warm
relationship with his son. Explanation of Kevin’s psychopathology with
biological vulnerability to antisocial behaviour and his mothers’ caring style,
fitting to interactional model of psychopathology. But transactional model of
psychopathology is also explained development of pathology of Kevin. As
transactional model assumption, individual and environment have reciprocal
interaction. When Kevin was a baby he cried continuously, causing his mother’s
frustration. As a child he resisted learning to go to the bathroom, rejected
his mothers’ love and seemed to have no interest in anything. This situation
causes mothers’ unwillingness to care and love him.
The developmental psychopathology perspective explains pathway of development open to change. New situations or new reactions can bring different direction. This probabilistic nature of development is identifying in principles of equifinality and multifinality. Respect to probabilistic nature of developmental psychopathology perspective, can Kevins’ genetic vulnerability recovers with healthy environmental factors? Maybe, if he could have a warm relationship with mother and secure attachment with her, he could develop a little empathy to other. Also, the idea of his father getting him a hobby can be a good step to establish relationship his father and get rid of his aggression but the archery which the hobby that his father directed him, is a hobby that can easily use to harm others. Actually, the archery isn’t a play that cause violence, but his condition Kevin is irritable and aggressive boy and is inclined to violence that why archery wasn’t a good choice. If Kevin grow up different parents who are more attentive, maybe severity of pathology could lesser or he could not be developed pathology.
Risk factors of developmental psychopathology are both genetic and
environmental. Kevin’s mother did not want to have a baby, she may
have had a stressful pregnancy. Hence maybe, the maternal stress may have negatively affected the
baby's brain development, making him susceptible to pathology. Also, he
couldn’t develop secure attachment with his mother. It was also risk factor. Development
of antisocial personality in Kevin, both genetic vulnerability and
environmental risk factors seems to responsible.
Joker Filmi Psikolojik Analiz- psikopat/antisosyal kişilik bozukluğu
Film özeti
Bu filmde Arthur Fleck isimli kişinin Joker karakterine dönüşüm hikayesi anlatılmaktadır. Arthur kırklı yaşlarda annesiyle birlikte yaşayan ve palyaçoluk yapan biridir. Komedyenlik yapma hayali kuran Arthur çok sevilen bir komedi şov olan Murray Franklin şovu her gün annesiyle birlikte izliyor. Murray Şovu izlerken bazen kendini televizyonda hayal ediyor. Arthur’un sürekli gülmesine sebep olan bir rahatsızlığı var bunu trende bir kadınla olan olayda ona ‘’ sürekli gülmeme sebep olan bir rahatsızlığım var’’ yazılı kartla açıklıyor çünkü o sırada gülmekten durumunu açıklayamıyor. Sosyal hizmet görevlisiyle görüşmesinde ise daha önce tedavi için hastanede yattığını ve yedi farklı psikiyatrik ilaç kullandığını öğreniyoruz.
Filmin ilk sahnelerinde Arthur’un sokaktaki serserilerle başı belaya giriyor ve onlar tarafından dövülüyor. Daha sonra iş arkadaşlarından biri ona silah vererek bu şekilde kendini koruyabileceğini söylüyor. Silahı kabul eden Arthur gittiği çocuk hastanesinde silahını düşürüyor ve dönerken metroda üç kişi ona güldüğü için sinirleniyor ve o bir rahatsızlığı olduğunu söyleyemeden onu dövmeye başlıyorlar. Dayak yerken Arthur kendisini korumak için silahını çıkarıp bu kişilerden ikisini vurarak öldürüyor. Kaçan diğer kişiyi ise takip ederek vuruyor. Bu olaydan sonra Arthur eve gittiğinde dans ediyor. Silahını çocuk hastanesinde düşürdüğü için işten atılan Arthur iş arkadaşlarına ve patronuna karşı agresif tavırlar sergiliyor ve iş yerindeki cihazlardan birini kırarak iş yerinden ayrılıyor.
Metrodaki olay
Arthur için kendini korumak amacıyla yapılmış olsa da siyasi bir başkaldırı
olarak görülüyor ve televizyonlarda konuşulmaya, zengin karşıtı bir tavır alan
halk tarafından cinayeti işleyen kişi kahramanlaştırılmaya başlanıyor. Bunun
üzerine Arthur sosyal hizmet uzmanıyla olan son danışmasında ‘’ hayatım boyunca
var mıyım yok muyum bilmiyordum ama şimdi biliyorum ve insanlarda fark etmeye
başladı’’ şeklinde anlatıyor bu durumu.
Sonrasında Arthur
komedyenlik için bir sahneye çıkıyor. Bu sahneye ilk çıktığında kendini kontrol
edemeyerek gülmeye başlıyor ve uzunca süre durduramıyor. Bu gösterisinin bir kısmı
Arthur’un çok sevdiği Murray tarafından televizyonda yayınlanıyor ancak
Murray’in onun hakkında kötü yorumlarda bulunması onu çok sinirlendiriyor.
Annesi sürekli
belediye başkanı adayı olan ve daha önce yanında çalıştığını söylediği Thomas
Wayne’e mektuplar yazmaktadır. Bunun üzerine Arthur mektuplardan birini
okuduğunda mektupta Thomas Wayne’in onun babası olduğu yazıyor ve annesi de
bunu doğruluyor. Sonrasında ise Arthur Thomas Wayne’in yanına gittiğinde bunun
gerçek olmadığını annesinin sorunları olduğunu akıl hastanesinde yattığını
söylüyor. Hastaneye giderek Arthur
görevliyi kandırarak raporları çalıyor ve annesinin sanrıları olduğu ve
narsistik kişilik bozukluğu olduğu yazıyor. Ayrıca annesi tarafından evlatlık
alındığı ve annesinin sevgilisi tarafından Arthur’a şiddet uygulandığı ve
annesinin buna göz yumduğu yazıyor. Bunları öğrenen Arthur hastanede yatan
annesini yastıkla boğarak öldürüyor.
Murray Franklin
şova konuk olarak çağrılan Arthur gitmeden önce evde kendini programda
öldürmekle alakalı provalar yapıyor. Bu sırada evine gelen eski iş
arkadaşlarından birini hiç acımadan öldürüyor ve diğerini kendine iyi davrandığını
söyleyerek gitmesine izin veriyor. Sonrasında palyaço makyajı yapan Arthur
sahneye ‘’Joker’’ ismiyle çıkmak istediğini söylüyor. Sahneye çıkan Joker, dans
ederek içeri giriyor ve kadın konuk oyuncuyu öpüyor ve sahnedeyken metroda
işlediği cinayetleri de işlediğini anlatıyor. Sonrasında aslında çok sevdiği
hayranı olduğu Murray’in onunla ilgili yaptığı yorumlar sonucunda sinirlendirerek
onu öldürüyor ve dans ederek konuşma yapıyor. Bu olaydan sonra şehir karışıyor
ve tutuklanan Joker bunları polis arabasının camından gülerek izliyor
sonrasında araç kaza yapıyor ve kaza yapan araçtan çıkarılan Joker
kalabalıkların sevinç gösterileri karşısında onlara eşlik ediyor. Olaylar sonunda Arthur bir kliniğe
yatırılıyor.
Joker'in Psikolojik Analizi
Joker
çocukluğundan bu yana gerçek duygularıyla ilişkili olmayan abartılı gülme davranışı
göstermektedir. Bu rahatsızlık
psödobulbar etki olarak bilinen mevcut durumla ilişkili olmayan abartılı
ağlama, gülme ya da öfkeli olma hali olarak ifade edilen beyin hasarı nedeniyle
oluşan bir bozukluktur. Arthur’un hikayesine baktığımızda çocukken bir kafa
travması geçirdiği biliniyor bu durum bununla açıklanabilir. Ayrıca Arthur’un
muhtemelen bu beyin hasarından kaynaklanan psikozları var gibi görünmektedir.
Komşusu olan kadınla ilgili tam net olmasa da bazı delüzyonlara sahip olduğunu
görüyoruz. Kadınla randevuya çıktığını, bir ilişkisi olduğuna dair inançları
var ancak bir sahnede bunların gerçek olmadığı anlaşılıyor. Joker’in şizofreni
kriterlerini karşılayıp karşılamadığına bakıldığında, gerçek ve gerçekdışı
olguları birbirinden zaman zaman ayırt etmekte güçlük çektiği görülmektedir.
Murray Franklin şovla ilgili zihninde kurguladığı olaylar ve aynı apartmanda
kalan komşu siyahi kadınla ilgili kurduğu fantezilere inanmakta olduğunu
görüyoruz. Komşu kadınla olan sahneler
birer görsel halüsinasyon olarak değerlendirilebilir sonraki kısımlarda o
sahnelerde aslında Arthur’un yalnız olduğu kendi kendine konuştuğunu görülüyor.
Düzensiz motor hareketler ya da düzensiz konuşmalar Arthur da açıkça gözlemleyebildiğimiz
semptomlar değil ancak zaman zaman çocuksu hareketler ve uygunsuz tuhaf bir
duruş şekli gözlemleyebiliriz.
Ayrıca Arthur’un kişilik bozukluğu problemi olduğu gözlemlenebilir. İlk olarak kanundışı olarak değerlendirilebilecek silah taşıma ve adam öldürme davranışları göze çarpan kriterler ve dürtüselliği ve geleceği planlama konusunda başarısızlığı, empati eksikliği psikopati izlenimi vermektedir. Adamları öldürdükten sonra polislere yakalanmamak için hiçbir tedbir almıyor ve ayrıca eski iş arkadaşını öldürmek gibi bir planı olmadığı halde onu karşısında gördüğünde dürtüsel hareket ediyor ve onu öldürüyor. Aynı durum Murray’i öldürmesi için de geçerli çünkü onu öldürmeyi değil program sırasında intihar etmeyi planlıyordu aslında.
Ayrıca Arthur bu yaptıkları için hiçbir zaman
pişmanlık duymuyor hatta dans ederek tepki veriyor. Metrodaki adamları,
annesini, eski iş arkadaşını ve en son çok sevdiği Murray’i öldürdüğünde hiçbir
pişmanlık belirtisi göstermiyor. Arthur’un kendi çıkarları için diğer insanları
kullanma ve başkalarını kandırma davranışları olduğunu da gözlemleyebiliriz;
Thomas Wayne ile konuşmak için gizlice içeri girmesi, annesinin raporlarına
ulaşmak için hastanedeki görevliyi kandırması bunlara örnek gösterilebilir.
Joker’in bu davranışları anti soyal kişilik bozukluğu kriterlerini karşılamaktadır.
Arthur’un annesinin
narsistik kişilik bozukluğu tanısı olması Arthur’un bu kişilik özelliklerini
taşıyıp taşımadığını düşündürmekte. Arthur’un kendini televizyonda hayal
etmesi, herkesin tanıdığı bir komedyen olma isteği ve bir gün olacağına olan
inancı onun büyüklenmeci düşünceleri olarak görülebilir, gerçekliğe baktığımızda
Arthur komik biri değildir insanları ne güldürür bunu dahi bilmemekte ve başka
komedyenlerin şakalarını not ettiği not defterini kullanmaktadır. Arthur
kendisi ile ilgili benliğiyle alakalı olmayan yüksek beklentilere sahip ve benlik
algısıyla alakalı abartılı beklentileri var. Bu düşüncelerin aksi bir durumla
ile karşılaştığında Murray şovda olduğu gibi bunu yoğun bir öfke ile
karşılamaktadır. Arthur beğenilme, onaylanma isteği içindedir ve eleştiriye
karşı aşırı duyarlıdır Arthur kendi yeteneklerini abartan, sınırsız güç, başarı
ve sevgi düşleyen, çok beğenilmek isteyen bir kişilikte olsa da özel ve eşi
benzeri bulunmaz biri olduğu gibi düşünceleri yoktur ve kendini beğenmiş bir
tutum sergilememektedir. Onun zaman zaman içine dönük, karamsar ve çekingen halleri
kırılgan narsisizmin özelliklerine benzemektedir. Arthur’un kişilerarası
ilişkilerine bakıldığında özellikle komşu kadınla olan etkileşiminde gördüğümüz
üzere yetersiz ve sınırlıdır.
Joker'in Psikolojik durumu- antisosyal kişilik bozukluğu ve şema terapi modları
Joker karakteri
ileri düzeyde bir patolojiye sahip biri tedavi için psikiyatrik bir yardım
almak için hastanede yatarak tedavi edilmesi önemli. Onun dışında bu vakadaki
kişilik bozuklukları üzerinde çalışırken onun çocukluktan itibaren beraberinde
getirdiği erken dönem uyumsuz şemaları dikkate alınabilir. Çocukluk yaşamına
baktığımızda Arthur yurda bırakılmış, annesi tarafından evlat edinilmiş ancak temel
ihtiyaçları karşılanmamış, çocukken istismar ve ihmal edilmiş. Arthur’un
annesinin ona mutlu (happy) ismini takmış olması ve ona küçüklükten beri sen bu
dünyaya diğerlerini mutlu etmek için geldin şeklinde konuşuyor. Arthur’un
komedyen olma isteği annesinin onayını alma onun istediği gibi biri olma annesi
tarafından terkedilmemek için çabalaması olarak görülebilir. Arthur terkedilmiş-kötüye
kullanılmış çocuk modu uyumsuz şemasına sahip görünüyor. Arthur reddedildiğini,
terkedildiğini hissettiği durumlarda yoğun bir duygusal acı ve yalnızlık
hissiyle karşılıyor. Arthur çaresizlik hissiyle baş etmek için zorbalık ve
saldırı modunu kullanıyor görünüyor. Terkedilmiş çocuk moduyla birlikte çıkan
kızgın çocuk modu onun hem çevresine hem de kendisine zarar verici
davranışlarda bulunmasına sebep oluyor. Arthur edindiği bu iki uyumsuz şema moduna ek
olarak bir savunma şeması saldırgan ve zorbalık modunu edinmiş görünüyor.
Sürekli gülmesi bir zihinsel hastalık olarak olsa da Arthur evlat edinilmiş bir
çocuk olarak kabul edilmek için duygularını ifade etmemeyi, duygularıı yok
saymayı öğrenmiş ve cezalandırılmamak için uyumlu olmayı öğrenmiş olabilir.
Bu noktada terapistle
gerçekleştirilen terapötik ilişki de uyumsuz şemaların yerine sağlıklı yetişkin
modunun açığa çıkarılması, aşırı telafi ve kaçınmanın önlenmesi hedeflenerek
yalnız çocuğa temas etmek ve empatik yüzleşmeyi sağlamak yararlı bir yaklaşım
olabilirdi.
Kaynakça
Hacıoğlu, M. B. (2019). Kişiler arası bağımlılık eğilimi
ile kırılgan ve büyüklenmeci narsistik kişilik özellikleri: şema terapi
modelinde bir inceleme (Doctoral dissertation).
Ertürk, İ. Ş., & Kaynar, G. KİŞİLİK BOZUKLUKLARINDA ŞEMA
TERAPİ YAKLAŞIMI.
Oruçlular, Y. (2016). Sınırda Kişilik Bozukluğu’nun Nedeni ve
Sonucu Olarak Kişilerarası Travma: Gözden Geçirmeye Dayalı Bir Model
Önerisi. Türk Psikoloji Yazıları, 19(37), 76-88.
Çıkrıkçılı
U. (2018). Antisosyal Kişilik Bozukluğu Tanısı Almış Cinayet Hükümlülerinde
Karar Verme, Duygu Tanıma Davranışlarının Psikopati Açısından İncelenmesi ve
Sağlıklı Kontroller ile Karşılaştırılması. Yüksek lisans tezi